Azerbaycan’dan henüz döndüm. Bir haftadan beridir oradaydım. Üniversitelerle, medyayla, çeşitli bilim ve kültür kuruluşlarıyla görüşmeler yaptık. Amacımız gelişme ve ilerleme stratejilerinde ortak hedefler belirlemek ve o hedefler doğrultusunda işbirliği ve etkileşim yönünde birtakım planlamalar yapmak. Önemli adımlar attığımızı da düşünüyorum doğrusu.
Bakü’ye üçüncü gidişim. On beş yıl öncesinde gittiğimde siyasal yeniden yapılanmanın etkilerinin toplumsal düzeyde somut yansıyışları henüz yeni yeni gözlemleniyordu. Kapitalizm, kentin en merkezi yerine yerleşmiş olan McDonald’s hamburgeriyle damaktan girmeye başlamıştı ülkeye. Diğer yandan İngilizler petrol kuyularına çoktan dalmış, Türk müteahhitler şehrin tarihi binalarını, gecekondudan apartmana dönüştürme tarzı, kendilerince modernize etmeye başlamışlardı. Cadde ve sokaklardaki daracık kaldırımlarda, doğalgaz borularına takılıp düşmeden yürümek ise hayli dikkat gerektiriyordu.
İkinci gidişimde ise tümüyle başka bir Bakü’yle karşılaştım ve gözlerime inanamadım. Ruslardan kalma binaların yol boyu düzenli sıralanışı ve insana güven veren sağlam duruşları olmasa İstanbul sokaklarında, örneğin, İstiklal Caddesinde geziniyormuş hissine kapılabilirdim doğrusu. Kapitalist dünyanın tüm ünlü markaları kentin cadde ve sokaklarında yer bulmuş, cafeler, barlar, restoranlarla ışıl ışıl bir kent. Belli ki kapitalizm artık iyice yerleşmiş, toplumun en iliklerine kadar nüfuz etmiş. Ama bir yandan da caddeleriyle, sokaklarıyla, ulaşımıyla, trafik sistemiyle modern bir kentin bütün unsurları oluşmuş. Bir yanıyla İstanbul gibi. Kendinizi tarihin içerisinde zaman tünelinde ilginç bir yolculuğa çıkmış gibi hissediyorsunuz, ama diğer yandan modern yaşama dönüş kesitinde İstanbul’da olduğundan daha düzenli bir şimdiki zamana dönüş yaşıyorsunuz. Yer yer yükselen gökdelenler ise Bakü’nün yarınlara startının New York’tan verildiğini gösteriyor.
Toplumsal ve kültürel dönüşüm de açıkça hissediliyor Azerbaycan’da. On beş yıl öncesine göre insanların giyim kuşamları, kentin cadde ve sokaklarındaki tavır ve davranışları, eğlence biçimleri Batılı toplumlardakine daha bir benzemiş gibi. Daha rahat, daha spor, dolayısıyla da daha konforlu giyim tarzı dikkati çekiyor. Oysa ilk gidişimde yüksek topuklu ayakkabılarla, adeta balo kıyafetleriyle ve abartılı makyajla kentin cadde, sokak ve parklarında gezinen kadınlar, takım elbiseli erkekler çok dikkatimi çekmişti. Şimdilerde giyim kuşam yerine ve bağlamına daha bir oturmuş görünüyor. Bu arada Azerbaycanlıların özenli, şık ve bakımlı halleri de takdire şayan doğrusu.
Beni en çok ilgilendiren ise bilimsel ve kültürel açılımları elbette. Azerbaycan’da ilk gidişimde çok az sayıda üniversite vardı, şimdi hem devlet hem de özel statülü olmak üzere çok sayıda üniversite açıldığını görüyoruz. Batılı tarzda tasarlanan üniversite yerleşkeleri, derslikler, kütüphaneler gerçekten çok dikkat çekici. Bilimsel olarak henüz çok işin başındalar, ancak inanılmaz bir gayret var. Tam da bu noktada işbirliklerimiz çok önemli. Eğitimde kaliteyi yükseltmek, dünya standartlarında bir üniversite eğitimi, bilimsel indekslerde yer almak gibi hedefler Azerbaycanlı meslektaşlarımızın da stratejik planlarında yer alıyor. Bu yönde belirlenen hedeflere daha kolay ve hızlı ulaşabilmek için işbirliklerimiz önemli. Bizler Türkiye’deki üniversiteler genelde bu anlamda yüzümüzü Batıya dönmüş durumdayız. Bunun olumsuz bir yanı yok, doğru da yapıyoruz. Ancak ortak hedeflerde bir araya gelmek, ortak sorunları saptamak ve birlikte çözüm önerileri oluşturmak için de yüzümüzü Doğuya dönmekte fayda var. Mademki oturup kalkıp Batının emperyalist tavrından söz ediyoruz, mademki bilgi ve bilim tekelinden yakınıyoruz, o halde bunlara karşı güçlü direnç alanları oluşturmak için Doğulu soydaşlarımızla daha da yakınlaşmak ve işbirlikleri yapmak ciddi önem taşıyor.
Biz bir yandan genç bir ülkeyiz, ancak diğer yandan da çok köklü bir tarihimiz, yerleşik bir bilim ve düşün geçmişimiz var. Yüzlerce uygarlığın yerleştiği, yaşadığı toprakların zengin kültürel, düşünsel, dolayısıyla da bilimsel birikimi ile bu topraklar üzerindeki bağımsız varlığımız elbette sistem kurmamız için güçlü bir temel oluşturmakta. Dolayısıyla da bütün eksiklerimize rağmen iyi durumdayız. O halde kendi gelişim sürecimizin deneyimlerini Doğudaki soydaşlarımızla da paylaşmamız, onların da gelişimine katkı yapmamız önemli.
Diğer yandan Doğu’nun duygu temelli güçlü bir sanat ve edebiyat birikimi olduğunu da göz ardı etmemek lazım. Rasyonalite odaklı ilerlememizi, geçmişimizin, köklerimizin, içinden çıkıp geldiğimiz diyarların duygu dünyasının zenginliğiyle, estetik tadıyla güçlendirmek de çok keyifli olur diye düşünüyorum. Bakü’ye üçüncü gidişimin dönüş yolundayken bir yandan da düşünüyorum, Doğu’nun duygu odaklı muhabbeti Batı’nın yabancılaşma ve yalnızlaştırma kasvetinin panzehri olabilir belki.
Ne dersiniz?
Prof. Dr. Nazife Güngör